29 Nisan 2013 Pazartesi

Bana Her Şeyi Öğreten, Herşeyim Olan İnsana ... Anneme ...



Anneme....

Ben büyüdüğüm zaman annem gibi olmak istiyorum...
Her zaman şanslı bir çocuk oldum; eğlenceli bir lojman, bir çoçuğun isteyebileceğinden çok daha fazla arkadaş, huzurlu bir aile ,deli bir kızkardeş:) ve en önemlisi harika bir anne...

Her kız çocuk için annenin yeri ayrıdır; annen sırdaşındır , annen arkadaşındır, hastabakıcındır, aşçındır,öğretmenindir,terzindir,mükemmel pasta ustandır.... Herşeyindir...
Benim için annemin oldukları o kadar fazla ki hepsini sığdırmam zor. Ama o en başta mükemmel bir arkeolog. Bir müzede ya da arkeolojik bir kazıda çalışmıyor, ya da herhangi bir üniversite için bilimsel araştırmalar yürütmüyor ama o benim için bu dünyaya gelmiş en iyi arkeolog...Her gezini bir masala çevirir anlattıklarıyla, Ksantos'u öyle bir anlatır ki 'ilerde bir yönetmen olmalıyım ve bunu film yapmalıyım 'hissi uyandırır insanda ... Kabil müzesinin yağmalanmasını izlerken gözleri dolar ...
'Burada hangi uygarlık yaşamış en son ? ' sorusunun cevabı insanların yaptıkları aletlerde sadece taşı kullandıkları döneme kadar gider...Bildiği herşeyi büyük bir heyacanla anlatır. Bitmek bilmeyen bir öğrenme isteği vardır her daim içinde bu neden ile aile içinde lakabı ' kültür mantarı ' dır....
Bu kadar çok okuyorsam onun sayesindedir. (sanırım bana Ayşegül' ü Doğan Kardeş'i sevdiren babamın hakkını burda biraz yedim ) . Çocuklar herkesden ve herşeyden önce anne ve babasını rol model alır. Kitaplar ile dolu ve bütün çocukluğum boyunca mahallede ki, diğer arkadaşlarım için kütüphane olarak kullanılan bir evimiz vardı. Çocukken evimize gelen arkadaşlarımdan en çok duyduğum soru ' Yani şimdi Servet Amca ve Rabia Teyze bu kitapların tamamını okumuş mu? ' sorusuydu.' Evet' yanıtını alan ve bu yazıyı okuyan tüm arkadaşlarımdan özür dilerim yıllarca bende buna inandım çünkü devamlı kitap okuyan bir annem ve babam vardı. Babamın lojmanın lokaline gitmek yerine devamlı evde kitap okumasına ne kadar çok üzülüyorsam annemin okul dönüşlerinde zorla' junior larousse ' okutmasına o kadar üzülüyordum.Şimdi bazen tozlarını almak için elime aldığımda sayfalarını karıştırıyorum ve sıkı durun ' junior larousse' lar benim çocuklarım için sayfalarınızı korumak zorundasınız diyorum ...
Kitap okumayı hala çok seviyorum ve hala annemin 'Mehmet Yalçın'ın bu hafta ki yazısını okudunmu ? ' sorusuna evet cevabını vermemi beklemesini seviyorum ya da benim için Taha Akyol'un sevdiği yazılarını kesip saklamasını ....

Annemm..... daha orta okuldayken Moby Dick 'i okumamı sağladığın (ama hiç bir şey hatırlamadığım için ) ve Behrengi'nin 'Küçük Kara Balık'ın bana hediye ettiğin için seni seviyorum....
Annem... gördüğüm en iyi aşçısın... Sanırım yapamayacağın yemek yok. Asla pes etmeyen azmin ile içliköfteleri tenis topu kıvamından 'yapılabilecek en iyi içliköfte budur ' kıvamına getirdin. Marjinal yemekleri sevmeyen bu kadın çalışan bir kadın olmasına rağmen mantının, suböreğinin , perde pilavının, boraninin, çiğköftenin en hasını sık sık mutfağında icra ederek aile fertlerinin tombul insanlar olmasını sağlamıştır.

Hazır gıdalardan nefret etmem ( hazır köfte,hamburger ekmeği ve köftesi, ketçap, mayonez, salam, sosis vb bir çokları gibi) hep onun sorumluluğu dahilinde gelişmiştir.Saf bir çocuk olduğum için pekmezli yoğurdu hep erimiş çikolatalı dondurma diye yedim...

Bana mutfak hakkında o kadar çok sır öğretti ki sanırım yapamayacağım yemek olmamasını düşündüren bu mutfak sırlarım ... Rüyamda aşure yaptığımı görüp sabah kalktığımda tarifsiz ölçüsüz sadece annemden gördüklerim ile aşure yapmaya girişmem yine bu mutfakta bile gözü kara olan kadının kızı olmamdan ötürüdür... (ve boynuz kulağı geçmiştir ...benim değil tadanların fikri :) )

Annem.... hala kurabiyelerim taş gibi olsada 'Katıklı Dolmam' harika olduğu için seviyorum seni ...

Çocukken ( ve hatta hala) lekeli, sökük ya da eski bir kıyafet giymedim. O zaman böyle şimdi ki gibi 3.90 tl ye 4.90 tl ye bu kadar bol kıyafet yok tabii. Annemin bütün lojmanın duyduğu çok güçlü bir sesi olan bir dikiş makinası vardı( babamın kemanı bile o sesi bastıramazdı ). O makina sayesinde beşikten yaklaşık 20 yaşıma kadar hep 'Haute Couture' giyindim....Belkide bu yüzden sevmiyorum herkesin giydiği şeyi giymeyi moda diye. (bkn: kahverengi deri görünümlü mont ve ugg bot :) )

Annem .... bir tarzım olmasını sağladığın ve hala gardrobuma son derece fazla müdahale ettiğin için seviyorum seni...
Çok iyi üniversitelerde okuyabilmem için maddi manevi tüm olanaklarını kullandığın, her defasında başaramasamda yinede bu çabana devam ettiğin için seni seviyorum. Okuduğun okulun bölümün bir önemi yok ne olursa olsun sen benim kızımsın ve bunu hiçbir şey değiştirmezi devamlı aşıladığın için ama egosu sönük insanların laflarına kulak asıp bu gerçeği uzun süre göremedğim için özür dilerim. Okulumu bana verilen tüm hakları kullanana kadar bitirmediğim için de özür dilerim. Ama tüm bu başarısızlıklara rağmen beni diğer insanların çocukları ile yarıştırmadığın için ' Serra'ya güveniyorum ben o başarır' ı göğsünü gere gere yokluğumda herkese söylediğin için seni seviyorum.
Yaşındakiler emekli olup yazlıklarında güneşlenirken sen yaşına rağmen(benim için hala çok genç ve çok güzelsin) hala benim geleceğim için insanı kavuran güneşin altında bağ çapalamaya uğraştın. Çocuklara birer ev alsam geleceklerini güvenceye alırım diye değilde iş kurmak için bütün paranı harcadığın için ....
Balığı yakalayıp hazır bir şekilde tabağıma koymak yerine,o balığı yakalayıp tabağıma koymayı öğrettiğin için ve bunu sağladığın için seni seviyorum...

' Bir fabrikatörün karısı olacağına, biri sayende fabrikatörün kocası olsun'u aşıladığın için ve ısrarla içgüvey isteyip benden ayrılmak istemediğin için seni seviyorum...
Kısacası ANNEM... bu çivisi çıkmış dünyada hala onurlu ve değerlerime sahip kalabilmemi sağladığın için hayallerimin peşinden koşup asla pes etmeme izin vermediğin için,hergün tartışsak bile birbirimizsiz yapamadığımız için, her hücrem, her dokum,her anım ve hayatta aldığım her nefes olduğun için SENİ SEVİYORUM HEMDE ÇOK.....
Paylaş

18 Nisan 2013 Perşembe

Benim Çalışma Masam

Bir süredir keyifle bir blog takip ediyorum;  Düş Kızı  ... Blogunu takip etmek kesinlikle çok keyifli... Bu akşam da yeni yazısını okudum . Çalışma masasını paylaşmış iyi ki de paylaşmış. Gecenin bu saatinde hasetlenmene sebep oldu. Nasıl kıskandım masa düzenini. Hayatımın hiç bir döneminde çalışma masam öyle düzenli ,sade olmamıştır. Özeniyorum ama asla masanın üstünü tamamen boşaltamıyorum. Bu kalsın , bunu görmek bana iyi geliyor, bu elimin altında olsun, ahh bu hep lazım derken bana çalışma masasında (!)  çalışmak için çok az yer kalıyor...Ama yine de masamı çok seviyorum. Düş kızı bizlerinde masalarını paylaşmasını istemiş, yorgunluktan bayılmak üzereydim ama bir anda bir enerji patlaması ile kendimi nadir zamanlarda toplu olan masamın fotoğraflarını çekerken buldum . Ve işte çalışma masam ;


   Defterlerim , kalemlerim ,dosyam, masa takvimim, ablamın hediyesi Betty , Hande'min hediyesi en sevdiğim kar kürem , dikiş makinem , ıvır zıvır sepetim... her şeyler burada .... Masanın üstünü bu kadar doldurmam yetmiyormuş gibi bide duvarım dolu. Bu yakın zamanda elenip temizlenmiş hali bide...



   Kalem, kalem , kalem... sanırım yazıp çizmeyi seven bir çok kişinin kalemlere karşı özel bir ilgisi var. Bozcaada fincanında ki kalemler uzun süre topladığım kalem koleksiyonum.Ama son iki yıldır aralarına yeni bir arkadaş dahil edemedim. Ve üç ayrı bölmede üç farklı türden boya kalemi...


   Masamın çok karışık ve çok dolu olmasını seviyorum sanırım.Memo ile fotoğraflarımızı görmeyi, babamın askerlik künyesini, annemin yıllar önce yazdığı notu, 4 yaşındayken çizdiğim M. Jackson 'ı karşımda görmeyi seviyorum....
  Takvimin bana hangi günde olduğunu hatırlatmasını, kar küremi çevirdiğim zaman  o hüzünlü ayrılık notalarını duymayı, Betty ' nin şımarık ve  seksi bakışını, bebeğim için okuduğum 'Masal Zamanı' nı , aklıma ansızın gelenleri çizdiğim çizim defterimi bu masada görmeyi seviyorum ....
Paylaş

15 Nisan 2013 Pazartesi

Dergi Şart

   Bu başlık Türkiye Dergi Reklam Platformunun 2009 yılında ekonomik krizden etkilenen dergi sektörünü canlandırabilmek için hazırladıkları reklam kampanyasının sloganıydı. Kesinlikle çok etkili , çok eğlenceli ve çok zekice hazırlanmış bir kampanyaydı. Hatta bence krize gerek yok yine devam edilebilirdi. Şahsen dergi okunmasına yönelik daha iyi bir reklam kampanyası ile karşılaşmadım.




  Sol üst köşedeki baloncuğun içinde ki yazı dikkatinizi çekmiştir. 'Her tutkunun bir dergisi vardır'....Kesinlikle katılıyorum. Benim dergilere özel bir tutkum var zaten. Çocukluğumda canım babamın ablam ve beni 'Doğan Kardeş' ile tanıştırması ile başlayan bu tutku hiç hız kesmeden bu yaşıma kadar devam etti.


 Tutkularım değişti , her ay aldığım dergilerde değişti. Yaşam biçimim değişti, dergilerde değişti ama hep var oldu dergiler hayatımda . Hem de öyle ayda bir tane değil .... Öyle ki üniversitede son paramı dergilere verip ,parasız kalıp buz gibi havada eve yürüyerek döndüğümü çok  bilirim. Ama eve gelip o poşeti açıp derginin kendine has  kokusunu içine çekip  sayfaları karıştırmaya başlayınca soğukta yürümüş olmak anında unutuluyor.
 Hep değişti dedim ya tutkularm , tutkularıma bağlı olarakta dergiler.... Sinema dergileri, gezi dergileri , gençlik dergileri , kadın dergileri, bir ara 2 yıl boyunca Fenerbahçe dergisi :) Çok ayrı dergiler  girdi evimize ....
  Şimdi yeni tutkum bebeğim olduğu için son 6 aydır aldığım dergilere anne-bebek dergileride eklendi;


Bu kadar çok dergi aldığım için bana söylenen arkadaşlarım var 'internette daha fazlası var' evet var ama sayfaların kokusu yok .B u dergiler bana o kadar çok şey kattı ve öğretti ki halada öğrenmeye devam ediyorum.  Mesela dekarosyon dergilerini hep çok sevdim ( annemim etkiside büyük tabi ) ve evlilik hazırlıkları yaparken evimizi hazırlarken o kadar çok fikir verdi ki bize. Bir çok yerde ilham kaynağı oldular. ' Süper bir düşünce , bende bunu şu odaya şu şekilde uygularım' dediğim ve yaptığım çok oldu. Evimize ilk gelişi olan bütün arkadaşlarımız hep aynı şeyi söyledi bize ' bu eve iç mimar mı geldi ? ' 'Hayır , en ufak ayrıntıya kadar Memocumla biz uğraştık' ama dergilerin esin kaynağı olduğu çok yer oldu :) Ben zaten evler için ya da her şey için çok büyük paralar harcanmasına karşıyım. Biraz emek biraz üstünde yoğunlaşıp düşününce ortaya harikalar çıkıyor.
 Neyse yine düştü çenem ;  şimdi ben bahar temizliğine başladım ya çok zor olsada dergileride ayıklamak zorunda kaldım . Son 3 yılın dergileri artık o kadar çok birikti ki ve devamlı yenileri geldiği için artık bir kısmını ayıklamam gerekti .


 Kitaplıkta kumaşlarımada yer açmak isteyince bütün dergileri aldım yanıma ve teker teker başladım tekrardan bakmaya. Verilecekler ve vermeye kıyamadıklarım diye  ayırdım. Önce kalanlar daha çok olunca olmaz dedim böyle ve tekrardan okumak istediğim yazıları koparıp zor da olsa o dergileri verilecekler kısmına ayırdım :)


   Bu kadar çok dergiye bir gecede bakamadım tabi:) Akşamları ayaklarımı uzatıp oturuken 5'er 10'ar bittiler.


Hepsini ayıklamak bitince verilecekleri hiç bekletmeden evden çıkardım. Bir gün daha kalsaydılar hayatta kopamazdım onlardan ...

Verileceklerin arasında mesleğim ile ilgili olan 24 sayılık Hasat dergisini okulumun kütüphanesine vermek için ayırdım , dekorarasyon dergilerini aile dostumuz olan evimizin bir çok yerinde özellikle aşığı olduğum kitaplığımızda emeği çok büyük olan Yalçın Abiye (Bence Çanakkalenin en iyi marangozu) yolladım. Moda dergileri. v.s lerde malesef geri dönüşüm için kurulan çöp kutsuna atıldı :(
 Verdiklerimin özeti ;o bir dergi kalınlığındaki sayfacıklar:) Şimdi onları dosyalamam lazım bide :)
Kopamadıklarımın içinde Burda dergileri, yemek dergileri çoğunlukta tabi. Onlarda bir gün bir şekilde gidecek.  Ama demirbaş iki dergi var; birisi annemin dekorasyon dergisi;





 1967 yılının Ev Bahçe dergisine o kadar çok bakmışımdır ki , bir ara artık büyüdüğümde evimin resimde ki tek katlı taş ev gibi olacağına inanmıştım.

 2. demirbaş ise babamın Bilim ve Teknik  dergisi;



 Bu babamdan aşırdığım bir dergi :) Babamın üniversitede ki yıllarından kalma. Yeni hedefim annemin siyah beyaz hatta kahverengi dikiş dergilerini ve babamın diğer dergilerini ele geçirmek:)

                                   Çünkü  dergi şart ve İnsan her zaman bir şey öğrenmelidir.....



                                     VE HER TUTKUNUN BİR DERGİSİ VARDIR:)))

                                                ............................................................
Paylaş

10 Nisan 2013 Çarşamba

Defterler , defterler, defterler...


       Şimdi ablam bu yazıyı görünce 'inanmıyorum bu hala duruyor mu? ' dedikten sonra   'ahh be ablacım ne biriktirirsin her şeyi , atsana ' diyecek. Çünkü bu konuda çok farklıyız, ben atamam ablam tutamaz. 'Birşey toz tutmuşsa kullanılmıyordur , ona ihtiyaç yoktur ve durmasına gerek yoktur'u kendisine hayat felsefesi yapmıştır. Ve ' Anılar bu objelerde değil kalbinde, beyninde ' diyerek benim atmaya kıyamadığım bir çok şeyi atmama ön ayak olup yaşlandığım zaman komşularımızın belediyeyi aramasından beni kurtarmıştır.
      Ama tamamen değil.  Bu aralar bahar temizliğine başladım, öyle duvar sileyim, parke parlatayım cinsinden değil. 'Bunu atayım , bunuda vereyim, bu kalsın hadi  '  diye yapılanlardan, biraz ferahlamak için elden geçirmek için yapılanlardan. İlk iş kocaman  kitaplığımızdan başlamak oldu;
                   Her yere saçılan defterlerim bir araya toplanınca nasıl bu kadar çok olmuşlar demeden edemedim ben bile.

                   
                                                       Yarısı dolu , yarısına hiç dokunulmamış, kıyılamamış.....


      Hatta 2009'dan beri her yıl aldığım Avon pembe ajandanın 2013 ambalajını bile yırtıp atmadım çünkü elimde çok severek kullandığım Memomun hediyesi bir ajanda var. Bundan  önce ki her yılı dolu dolu kullanmıştım halbuki. Avon'un Meme Kanseri İle Mücadele için her yıl hazırladığı bu ajandaları hem amacı için hemde dizaynı ve içeriği için çok seviyorum, bu yıl çok daha özel bence çünkü daha önce Meme kanserine yakalanmış ve erken teşhis sayesinde  kanseri yenmiş 8 ünlü var bu yılda; Ayten Yılmaz , Cemre Birand, Filiz Akın,Meral Gökçaylı,Nilüfer, Oya Başar,Serra Yılmaz...
                                    
                                             Eskiden babam getirirdi ajandalarımı, günlük yapardım onları;



                             Kendi kendime süslerdim, ablamla aldığımız dergilerde sevdiğim resimleri keser yapıştırırdım :)

             
                                                                Yaş ilerledikçe kendim çizmeye başlamışım....


     Sayfalarca, defterler dolusu yazmışım, blog aleminde yeniyim ama günlük tutma işinde mazim çok eskilere dayanır...Ne iyi yapmışımda yazmışım, bugün şöyle bir bakınca çok güldüm kendime , 'allahım iyi ki büyümüşüm ' dedim :)


     Diğer yıllarda direk iletişim kurmuşum da , '98 yılında her güne 'sevgili günlüğüm' diye başlamış olmamı anlayamadım ....İsim taksaymışım bari ....Ayy acaba annemlerde ki günlüklerimde yapmışlığım varmıdır. çok fena bir korku kapladı içimi şimdi....


          2002 yılından bir sayfa, bu film beni o kadar çok etkilemişti ki uzun uzun yazmışım; Paramparça Aşklar ve Köpekler....
   Ahhh günlükler, unuttuğun ne çok şeyi hatırlatıyor. Şuan da da  günlük yazıyorum yani son 4 aydır ; hamileliğimi yazıyorum , bebeğim dünyaya gelip büyüdüğü zaman okumak ister diye...
        Bide hatıra defterleri vardı, 'bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için teşekkürler canım arkadaşım' diye başlayan ....

                                              
                                                      Yıl 1993... tam 20 yıl öncesi...........


 Anneme , babama bile zorla yazdırdığım hatıra defterim, anket defterleri için ikisini de hiç bir zaman ikna edemedim :)


                          Sırf hatıra defterlerine yazılmak için türetilmiş maniler vardı :))
  Hatıra defterlerinin evlere götürülüp üzerinde itina  ile çalışıldığı , maniler yazıldığı yıllar güzeldi....

                             Kitaplardan, filmlerden notlar aldığım defterlerim var bide....

  
  2013 kitapları için bu defter, okuduğum kitaplarda altını çizdiğim her satır burada... Şimdiden yarısı dolmuş....



  Filmlerden , televizyondan , kitaplardan, dergilerden , sokaktaki yaşamdan.... Kısacası duyduğum her kayda değer cümleden oluşan defter....Çoktan dolup taşmış bile bu ....


 Üniversitede uzun zaman çantamda taşıdığım, notlar aldığım en sevdiğim defter.... Nt'den almıştım çizgisizini bir daha bulamadım:( Benimle Mısır'ı bile gezdi...




  Mısır'da  Kahire Müzesine fotoğraf makinesi sokmak yasaktı, bende etkilendiğim her şeyi o an çizdim. Hem gezdim , hem yazdım hem resimledim yani :)

                                     Ama makinenin olduğu yerde de yanımdaydı....


 Kaldığımız oteldeki şef aşçıya buğdaylı süt ve Falafel'in tarifini sormuştum ' çok kolay ' demişti...


             Benimle akran olup Juddy Abbott'u sevmeyen varmıdır. Juddy bana  hep ablamın 'benim saçımın örgüleride  öyle dik dursun 'diye inat ettiğini ve annemle halamın ablamın saçlarını ördükten sonra örgüleri aynen öyle yaptığını hatırlıyorum. Sırrını yıllar sonra keşfettim, Örüğe geçirilen 2 ince sopa   :)


  Ahhh bide Youth Repablic vardı. Ne çok istedim bir zamanlar orada çalışmayı. Günlerce rüyama girdikten sonra iş görüşmesi için aranıp , görüşememişimdir uzuuunnn bir hikaye. Ama bir zamanlar çok istemiştim :)


             Bence bir çok gencin çalışmak isteyeceği bir reklam ajansı youthrepublic






 Uzun süre düşünmüştüm CV'mi nasıl göndersem diye. mezun olmama çok az vardı , okul kantininde otururken arkadaşımın Cola şişesinin içine bir not yazıp kıvırıp atması bana ilham vermişti. Her özellik için farklı bir şişe olacaktı. Ve özelliğin şişesi konuya uygun süslenecekti...Mesela hamile kıyafetli şişede doğum tarihim,doğu yeri bilgilerim olacaktı...Cep telefonlu şişede iletişim bilgileri...gibi...
Sonra hepsi bir kutuya girip adrese postalanacaktı. Ama işte okulun bitmesine yakın birçoğumuzda olan o güven eksikliği bende de vardı. Yabancı dilimi yeterli bulmadığım için bu şişeleri hazırlayıp gönderme cesaretim olmadı . Yabancı dili o kadar kafaya takmıştım ki rüyalarımın birinde iş görüşmesine kabul edilip gidiyorum ve ingilizce konuştuğumu sanıp İtalyanca konuşuyorum. Benimle dalga geçiyorlar ağlayarak kaçıyorum oradan. Bu rüyayı da yazmıştım deftere :))

   Neyse her şey kısmet sanırım :) Bak Cv olmayınca yemeğe vurmuşum kendimi tarif bile yazmışım...


   İnsanın en yakın arkadaşlarından biri Artvin Hopa'lı  olunca bal kabağından her şeyi yapar; üzerine toz şeker dökülüp yenen kabaklı pilav bile ....


        Biliyorum çok uzun bir yazı oldu ama bu kadar deftere kısa bir yazı sanırım haksızlık olurdu




Paylaş

8 Nisan 2013 Pazartesi

Türk Kahvesi Candır...


   Bahar bir gelemedi ama biz  ,hafta sonu kankalarımızla pazar gününü yağışlı göstermesine rağmen mangala gitmeye karar verdik.Aslında kararı günün hiç bir saatinde,hatta tıka basa yemek yedikten sonra bile tok olmayan Ferit verdi. 'Nevaleyi hazırladık biz hadi baraja gidiyoruz' diye aradı bizi. Biz arkadaşımızın doğum günündeydiz, açık havadayız zaten donmuşuz ,nasıl mangal olur yeaaa derken , kendimizi koştura koştura eve mangal için uygun kıyafetler giymeye giderken bulduk.
    Memo hadi hadi yaparken, ben balkonda derinlerde kalan ama her an pikniğe gitmeye hazır sepetimize ulaşmaya çalışıyordum.
   Kendisi içinde ki emaye çaydanlık ve ince belli çay bardaklarına kadar hazır olmasına rağmen ufak tefek eksikleri vardı. 5 adet fincan ve acem cezvesi gibi ....

                            Eksiklerde tamamlanınca atladık arabaya yettik mangal başına...
   Bizimkiler nasıl mangal tutkunu ise bende tam bir Türk Kahvesi tutkunuyum. Hatta kendi kahvemi genellikle kendim çekerim , hafif hafif kavurup , bütün evi mis gibi kokutaraktan . (onu da en kısa zamanda yazarım) . Bilmişlik yapmam ama çok fazla şey bilirim Türk Kahvesiyle ilgili. Algıda seçicilik galiba.
   Yıllar önce Buket Uzuner'in  'Gelibolu-Uzun Beyaz Bulut' kitabını okumuştum, bir nefeste. Kitapta savaşta ölen dedesinin mezarını bulmak için Gelibolu'ya gelen Yeni Zelanda'lı bir genç kız ile Gelibolu'da tanıdığı yaşlı bir teyzenin  arasında kısa sürede oluşan dostluğun anlatıldığı bir kitaptı. Tabiki de ana konu Çanakkale savaşı , ama bu iki farklı insan arasındaki bağ üzerinden anlatıldığında tadına doyulmaz bir roman olmuştu...
   Kitaptan neden bahsettim çünkü kitapta çok güzel bir bölüm vardı. Yaşlı teyze Türk kahvesini, nasıl pişirimesi gerektiğini , nasıl lezzetli olduğunu uzun uzun anlatıyor kızımıza. Ağır ağır közde pişen kahvenin lezzetinin hiçbirşeye benzemediğini anlatıyor.  Hatta ona kahveyi yaptırıyor, uzun süre kahvenin başında bekleyen Viki (sanırım Victoria idi adı) sıkılıyor ama kahveyi içince gerçekten ona daha önce ikram edilen Türk kahvelerine benzemediğini anlıyor.
   Ağır ağır pişen kahveyi bende çok seviyorum, yanlız başıma değilsem ya da sabırlı bir bekleyenim yoksa içerden gelen 'Kahveler Yemen'den mi kızzzz ' seslerine maruz kalmamak için kahve makinasında 5 dakikada şıp diye yapıyorum.
  Neyse mangal yandı bi yandan yağmur hafif attırıyo, Ferit mangal başından sürekli bize servis yapmakta bi yandan da bağırmakta  ' çabuk olun yağmur gelmeden bitsin ' ayy ama benim derdim kahve , sordukça bana kızıyorlar . Ama kararlıyım o kahve yapılacak.
  Son parti etimizi yemek üzereyken yağmur hızlanmaya başladı. Nasıl toplandık, yukarıya arabaların yanına nasıl geldik bilemedik. Mangalımızda kalan közleri ile yanımızda.
  Ben hemen çıkardım malzemelerimi. Bi yandan Memo söyleniyor ' pişmez o , ıslancaz' diye . Ben devam, hiç dinlemeden cezvemi hazırladım. Cezvemin acem cezvesi olduğunu özellikle belirtmek istedim, çünkü Türk kadını formunda ki bu bakır cezvede  gerçekten kahve bambaşka oluyor.  Geçen yıl Diyarbakır'a arkadaşımın düğününe gittiğim zaman satıcının ısrarı ile almıştım bu bakır cezveyi. Israrı ile diyorum çünkü işlemeli cezvelerin yanına illa 'bunu da alın' dedi ve ekledi ; ' Közde bir kez olsun kahve yapın ,tabanın geniş kısmını köze gömerseniz, ağır ağır pişer ve içtikten sonra bana dua edersiniz size illa alın dedim diye '.

   Gerçekten öyle oldu:) Önce bizimkiler bana gülüp o kahve bugün pişmez derken (deryoşum hariç) cezvenin üstünde oluşmaya başlayan köpüğü görünce hemen fincanlarını aldılar ellerine.

  Köpüğü görünce Derya ve ben başladık fincanları ellerinde bekleyen delikanlılara pay etmeye.



          Ve hemen ardından hafif hafif fokurdamaya başladı bizim kahve....İçmeye hazır oldu ...



   Sonuç;
                                            Böyle pişen bir kahve lezzetsiz  olabilirmi?

                                                                        Evet , olamaz ....
 
 Ve sevgili şiddetli yağmur, kahvemizin son yudumuna kadar nezaket gösterip beklediğin için kontak çalışana kadar gelmediğin için teşekkürler....

  Sayende hafif nisan yağmuru eşliğinde , bu güzel manzara ile , sevdiğim dostlarımın ve hayatımın yarısının yanına da közde kahvemi yudumladım .....
Paylaş