27 Ekim 2014 Pazartesi

Kokuyu Saklamak





                   Çünkü o ilk günlerin kokusu çok daha uzun süre kalmalıydı.
                Çünkü o ilk adımların atıldığı ayakkabı hep gözümün önünde olmalıydı.
 Çünkü herşeyi paylaştıktan sonra geriye  kalan bir kaç minik hatıra hep bizimle kalmalıydı.
Paylaş

25 Ekim 2014 Cumartesi

Bal Kabağı Marmeladı






   Sonbaharı en çok bal kabakları için seviyorum. Bana çocukluğumu , annemim yaptığı kabak tatlısını hatırlattığı için.
    Bu kış , sonbahar kabakları ile yapacaklarım listesi çok uzun ...  Kabaklar bize elveda demeden, Buse bacaklarıma yapışıp hadi oyun oynamaya gidelim diye çekiştirmeden listeyi uygulamalıyım...
  Marmelat yapmayı yemekten daha çok sevince liste başı bal kabağı marmeladı oldu... Bütün bir kış benimle olacak enfes bir mamelatım var artık ....

-1 adet orta boy bal kabağı
-2 su bardağı toz şeker 
-1 adet tane zencefil
-4-5 adet karanfil
-1 adet çubuk tarçın

  Minik karelere kestiğim bal kabaklarını şeker ile bir gece boyunca dinlendiriyoruz. Sabah  şeker ile sulanmış olan kabağı, tatlısını yapar gibi kısık ateşte iyice , hatta fazlaca yumuşayana kadar pişiriyoruz.Soğuyunca tel süzgeçten geçiriyoruz. Daha sonra içine baharatlarını atıp (zencefil, karanfil,tarçın) tekrar kaynatıyoruz. Göz göz kabarmaya başlayınca ocaktan alabiliriz. Daha sonrasında çok beklemeden sıcakken kavanozlara doldurup ters çevirerek bekletiyoruz. Sonra bütün kış tatlı gibi , keklere , kurabiyelere , çikolataya kullanıyoruz ...
 Bütün bal kabağı severlere afiyet olsun....

Paylaş

20 Ekim 2014 Pazartesi

Bir araya gelmek



 Blogumu , blog yazmayı çok seviyorum .... Çünkü bana kattığı çok fazla şey var . Ama bunun en güzeli kurulan dostluklar. Senin gibi, bir şeyler üretmeye çalışan, bir yazı yazmaya gayret ederek kendini anlatmaya çalışan kısacası sana seni hatırlatan , aynı kafada olup oturup saatlerce konuşacabileceğin dostlar kazandırması ....
  'Bloggerlar bir araya geldik ' yazılarını okuduğum zaman nasıl kıskandığımı anlatamam.Çanakkale'de yaşayan bloggerları bulmayı çok istedim ama bu konuda sanırım fazla beceriksiz olduğum için bulamadım.
Muhabbetine bayıldığım dopdolu insan Byantigone ile birbirimizi uzun zamandır aynı şehirde yaşadığımızı bilmeden takip ettik. Fark eder etmez hemen bir buluşma ayarladık. Beni iki güzel insanla daha tanıştırdı byantigone ; Cansu'nun moda gezegeni ve Harika Oldu bloglarının sahipleri Cansu ve Türkan .
   Çok güzel bir sohbetti. Çok dolu bir gündü . Çok mutlu ayrıldım yanlarından .Daha anlatacak , dinleyecek çok fazla şey bırakarak . Kasmadan , sıkılmadan uzun uzun sohbet ettik. Yıllardır tanıyorum gibi ...
 Söyleyecek , anlatacak çok fazla şeyi olan insanları seviyorum, yaşama sevinci olan ,üretken insanları. Sizleri tanıdığım için çok mutluyum . Ve bu daha başlangıç. Sonrası çok daha renkli olacak :)
Paylaş

17 Ekim 2014 Cuma

Pek Yakında




   Ben çocukken Türk Filmleri ile dalga geçildiğinde ya da burnu  büyükler bizim Türk filmlerini beğenmeyip 'ayyy avrupanın filmleri bile daha iyyiii' diye eleştirildiğinde ' daha iyisini sen çek madem de biz izleyelim' diye sinirlenir film gerçekten kötü olsa bile 'emek verilmiş , bide beğenmiyorlar 'derdi. (Emeğe saygının tohumları bende o günler atıldı işte...)
  İşte Cem Yılmaz'ın 'Pek Yakında' filmi için yapılan yorumları okurken yok artık derken hep annemin 'hadi daha iyisini sen çekte görelim' cümlesini kurdum.
  Genelde okuyacağım kitabın ya da izleyeceğim filmin yorumlarını okumam hem etkilenmemek için hemde iyi , ya da kötü diye yorum okurken dank diye filmin sonunu yazana denk gelirim diye .

    İzledikten sonra okurum , çok merak ederim  film ya da kitap için kim nasıl hissetti diye...
  Bu defa filmi izlemeden hafta sonu ekinde İzzet Çapa'nın  yazısını okuma gafletinde bulundum.  Severim İzzet Çapa'yı ; anlatımını , dobralığını, farklılığını . Ama bu film için çok ağır eleştiriler yapmıştı. İzlemekten asla vazgeçmedim ama ön yargılıydım.
  Ama yine ön yargılı olmamam gerektiğini gördüm. Ben filmi çok büyük bir keyifle izledim. Oyunculuklar müthiş , hele Çağlar Çorumlu tam zirvede... Öyle abartılı oyunculuk falan yok söylendiği gibi. Zaten abartması gereken oyuncu yok.
  Espriler çok ince . Kahkaha da attırıyor tebessümde ettiriyor. Öyle stand-up şovu gibi her dakikasında gülmekten ölelim beklentisine girmezseniz çok keyif alırsınız.
  Görüntüler çok iyi, konuk oyuncular çok güzel bir sürpriz. ( hele Sunay Akın'lı bir sahne var , en iyisi diyebilirim) .Kullanılan görseller, objeler hepsi çok renkli , hepsi çok anı dolu....
 Heyecanlı, sevimli , sıcak bir aile filmi olmuş kısacası . En önemlisi emek var yahu filmde. Yönetmeninden , set yemekçisine kadar verilen bir emek var. Hiç öyle yerden yere vurulmayı hak eden bir film değil. Gidin görün.
 Yorumlara gelince ; en çok 'gençleri  sigaraya , alkole  özendiriyor' yorumlarına güldüm. Yahu ne alkole sigaraya başlama meraklısı bir toplummuşuz, bir film sahnesinden etkilenip sigaraya alkole vuruyormuşuz kendimizi. Hayret yani.  Ha bide ' korsana teşvik ediyor ' yorumu vardı ki beni benden aldı ...
   Siz olumsuz olumlu yorumlara bakmayın bence gidin seyredin .Bir de Cem Yılmaz'ın mal varlığı sizi germiyorsa ( Kaç tane arabası var bide filmi sinemada izleyip ona paramı kazandıralım , iki ay sonra televizyonda  - yorumu dahiyaneydi ) Cem Yılmaz 'a her şeyi kusursuz yapmak zorunda gözüyle bakmıyorsanız kesinlikle bu filme gidin ve keyfini çıkarın ...

  Sevgiler ....
  
Paylaş

15 Ekim 2014 Çarşamba

Kadın Tamircisi



                                         Önce kapağı dikkatimi çekti ,sonra konusu...
                                                    
Önce Asabi Efendiyi tanıdım . Erol Hızarcı'nın aklından geçenleri okudum. Hayal gücüne hayret ederek ve çoğu kez gülümseyerek. Atıp tutmadan sadece bugünü değil dünü ve yarını harika bir hayal gücü ile nasıl eleştirdiğini, sistemle dalga geçtiğini okudum.
  Sonra Asgari Efendi ve karıları girdi devreye , hayal gücünün katmanları daha da yoğunlaştı... Bel altı anlatımlar daha da arttı ama beni rahatsız etmedi... Bu defa etmedi...
  Kadın Tamircisi copcopcu Copgür'ü gülümseyerek okudum. 'yaa hadi be ' dedim bir çok yerinde. Ama kısa sürede sayfaları eksilttim .

    Kitapta küfür yok ama bel altından çok vuruyor. Rahatsız etti mi? hayır... Ki öyle kitaplar beni rahatsız eder . Mesela  dizüstü edebiyat serisinin 'Seni Gömmem İmkansız' kitabını gerekli gereksiz her yerinde saçma sapan küfür ettiği için zor tamamlamıştım. Aynı şekilde diğer kitaplarını halen çok merak ettiğim Onur Gökşen'in 'Muazzam Bey'in Değersiz Hayatı'  nı okuduğum süre boyunca aşırı sinirliydim , bana çok ağır geldi Onur Gökşen'in bu kitaptaki hayal gücü...  (lanet olsun başladığım kitabı bitirme hırsına ) :)
  Ama bu kitap gerçekten çok iyi , kıvrak zeka , yoğun ve eğlenceli hayal gücü bir araya gelince ortaya bu az müstehcen çok eğlenceli kitap çıkmış. Erkek egemen toplumla , hele son zamanlarda iyice sıkıcı olmaya başlayan siyasetle alay eden bu kitabı mutlaka zaman ayırıp okuyun ....
Paylaş

11 Ekim 2014 Cumartesi





 Bu neyin nefreti, bu hırs bu öldürme yakıp yıkma arzusu neyin nesi. Etrafında bu kadar güzellik varken birbirini öldürmek , kışkırtmak neden. Neden insan olmayı başaramıyoruz. Savaşarak dövüşerek, kaba kuvvet kullanarak değilde insan gibi problemlerin üstesinden gelmeyi ne zaman öğreneceğiz.
 hepimiz kardeşiz , dünya barışı ne güzel yehuu demiyorum. Olmayacak çünkü . Sen ne dersen de o seni kardeş gibi görmeyecek, dünyada tamamen barış olmayacak ... o sadece çocukları mutlu etmek için yazılan kitaplarda var. Biliyorum ...
 Ama ben filler tepişirken ezilen çimenlere üzülüyorum. Babasız kalan, sevgisiz kalan, ateşin tam ortasında kalan masumlara üzülüyorum.
 Klavye delikanlılığı yapmayı sevmiyorum... Bu olaylar olurken , yaşanırken oturduğu yerden başkalarına akıl verenleri , başkalarını kışkırtanları , pozitif olmaya çalışanlara içinde ki yüksek miktarlı kin ve nefret irinini boşaltanları sevmiyorum.
Güzel şeyler görmek istiyorum , güzel şeyler duymak istiyorum. Kızılay aracının yakıldığını , insanların öldüğünü değil. Biliyorum buda olmayacak ama en azından paralel yapının hesabını sormayı daha ilerilere ertelemeli bugünü görmelsin ... En azından yarın durumumuz daha kötü bir hal almadan ....
Paylaş

9 Ekim 2014 Perşembe

Lavanta Banyosu
















Nasıl seviyorum lavantayı , kokusunu, tadını, aromasını, rengini....
Doğanın en güzel hediyelerinden biri benim için lavanta ... 
Mevsimi gelip her yeri sardığında lavantalar kucak kucak toplayıp eve getiriyorum. Kekinden limonatasına kadar her şeyini yapıyorum, baharat olarak kullanıp et yemeklerine harika bir aroma veriyorum.
 Ama şimdiye kadar lavanta ile yaptığım en güzel şey oldu Buse'nin bebe yağı. Buse için kullandığım tek ve en favori ürünümüz Baby Bee'nin pabucunu bile dama attı.
Günde on kere yıkasam 'yeter' demeyecek bir canlı ile aynı evde yaşayınca , özellikle kışın banyo sonrası masaj kaçınılmaz oluyor. 
Buse ilk doğduğu günden beri bildiği tek kimyasal sanırım Burt's Bee 'nin Baby Bee 'sidir. Islak mendil bile kullanmadım 14 aydır. sadece 2 defa mecburiyetten kullandık. İlk doğduğu gün dahil. Gerek görmedim hiç zaten. Su en güzel temizleyici .
(Evde hemen lavabonun altına , dışarıda olduğumuz zamanlarda da bir kaç damla su ile kocaman ve kimyasal içermeyen bir mendil olan clienmile kullanıyoruz.)
Bu yüzden belki de hiç pişik sorunu yaşamadık ama en ufak bir kızarıklıkta bile hemen hakiki zeytinyağı kullandık. Doğum olduğu zaman bize hastaneden verdikleri reçeteler ile  aldırdıkları pişik kremi olduğu gibi duruyor.
  Hele şimdi lavantalı zeytinyağımız var , başka hiç bir şey kullanamıyoruz. Bir litreden fazla olmasına rağmen bitecek , seneye yeni lavantalar bize merhaba diyene kadar lavantalı bebe yağımız kalmayacak diye çok ama çok korkuyoruz.

 Lavantalı bebe yağı 
- Dilediğiniz kadar hakiki zeytinyağı
 -15, 20 dal taze lavanta dalı               
-Temiz bir kavanoz                          
-Temiz bir sprey kutusu                   

Zeytinyağını temiz bir kavanoza aldıktan sonra benmari usulü biraz kaynatıyoruz. ( su dolu bir tencerenin içine zeytinyağını koyduğumuz kavanozu ağzı açık bir şekilde oturtuyoruz.) Bu işlem zeytinyağının asit oranını düşürecek ve ciltte rahatça kullanımını sağlayacak. 
Soğuyan zeytinyağına lavantaları doldurup kavanozun  kapağını sıkıca kapatıp ters çevirerek güneş almayan bir köşede bekletiyoruz. 25 günün sonunda doğal , mis gibi bebek yağı hazır. 
Piyasada ki hiç bir yağ bu yağ kadar yararlı ve doğal olamaz bence. 

Ben Buse doğmadan önce yeni doğan bebeklerin ayak tabanlarına zeytinyağı ile masaj yapılmasının bebeğin gelişimini olumlu yönde etkilediğini okumuştum. Hala en sevdiğimiz şey sanırım ayak tabanımıza masaj.
 Bütün annelere tavsiye ediyorum. Buse'de bütün bebeklere....

 


Paylaş

6 Ekim 2014 Pazartesi

Eylülde Bozcaada




























































    Eylülde göreceksin canıım Bozcaada'yı birde... Ona en  çok yakışan ayda. Kalabalık çekilmişken, Çınaraltı sonbahar yaprakları ile dolmuşken, denizi en sakin en sıcak günlerini yaşarken... Kalabalıktan bunalmış,yorulmuş halkı dinlenmişken ve yine içten gülümserken....
    Eğer bir kerede eylülde gittiysen Bozcaada'ya  dar sokaklarında yürüyeceksin. Rum mahallesinden girip Türk mahallesinden çıkacaksın ve evlere bakarken   kim bilir kimler  doğup büyüdü ,kim bilir kimler yaşadı bu evlerde diyeceksin.
 Görebileceğin en suratsız kitapçının raflarını karıştıracaksın. O galetesini kıtır kıtır yerken ve sana son derece gıcık olmuş şekilde bakarken sen çocukluğunda okuduğun kitapları görünce gülümseyeceksin.
  Her evin daha kapısından belli olan kişiliğini göreceksin, etrafta ki seni şaşırtan minik güzelliklere gülümseyeceksin.
 Başını yastığa koymak için pahalı otelleri değil arka bahçesinde sakız gibi çarşafların asılı olduğu tertemiz minik aile pansiyonlarını seçeceksin. Onları seçeceksin ki seni mutlu etmek için etrafında dört dönen içten gülen insanları göreceksin , sana müşteri gibi değil konuğu , misafiri gibi davranan insanları...
Adanın kedilerinin başını okşayacaksın. Nasıl miskin olduklarına güleceksin...
  Dar sokaklarında ki iç içe meyhanelerin meze kokusunu içine çekeceksin sonra kendine bir masa seçeceksin. Dip dibe masalardan hiç tanımadığın insanlara gülümseyecek , selam vereceksin... Belki daha ileri gidip muhabbet edeceksin, kadehini 'afiyet olsun ' diye kaldırırken 'Bizim masaya buyrun ' diyeceksin... Hiç bir yerde bulamayacağın lezzette mezeler yiyeceksin koyu bir muhabbete dalarken.
  Her sokakta, her köşe başında bir sanatçı göreceksin.....
Çiçek pastanesinde oturup profiterol yiyeceksin. Evine tadı damağında kalarak dönmeyesin diye heyecanla bir tabak daha isteyeceksin...
 Ada cafenin kırmızı masalarında oturup başka hiç bir yerde içemeyeceğin gelincik şerbetini yudumlayacaksın....
 Adayı baştan başa turlayacaksın . Her köşesinde 'evet bir gün emekli olursam burada yaşayacağım 'diyeceksin .( Ama üzgünüm , arabalı vapurun kalkmadığı , deli poyrazın estiği günün ertesinde kaçıp alıştığın kozmopolit şehre döneceksin...)
Eylülde gideceksin Bozcaada'ya bir kez de , daha fazla aşık olmak için ...
Paylaş

1 Ekim 2014 Çarşamba

Güle güle Eylül


 Bir eylül ayının sonuna gelmiş bulunurken bu ayki en iyi keşfimi takdim etmek istiyorum ...


    GAYE SU AKYOL ..... Hakkında uzun uzun yazılmalı. Bir şişe rakı alıp yanına su bile almadan dinlenmeli.  Bütün bir eylül ayımı onunla geçirdim. Ve bu sesi duymuş olmak için bu  kadar geç kaldığım için kendime kızarak.






 Gaye'yi dinlerken yeni ayın en güzel tarafı olan dergileri baştan baştan karıştırdım. Allahım lütfen dergi çıkartanlara zeval verme. Dergileri sadece tabletten okuyacağımız günler gösterme bize.

 

  
     Taschen kitaplarımı daha rahat okuyabilmek için bu ay kelime daracığımı genişlettim....


      Aralarında bazı çılgın yazarların çılgın kitaplarının olduğu bir takım kitaplar ile tanıştım...



   Kısacık bir Bozcada tatili bile sokuşturduk araya. Neden olsa Bozcaada'ya en çok yakışan aysın sen.




 
Eylülde birde şu dalından taze ceviz mevzu var... Daha lezzetli olduğu bir zamanı yok. Eminim .






 Gamze Bursa'nın yeni kitabının hayatımıza girmesiyle yeme alışkanlıklarımız tamamen değişti. 

Şaka, şaka tabiki de kitaba defalarca bakıp kalkıp kuru fasulye pilav yaptım. Ekim ayına artık daha ümitliyim.



Ekim ayı için ümitli olduğum bir diğer hususta ekşi mayayı tutturabilmem. Cafe Fernando' nun tarifiyle uğraş uğraş olmadı.3. kez öldürdüm mayayı. Uzun süre depresif gezdim bu yüzden ama sonra tek suçlunun eylülde ansızın bastıran soğuklar olduğuna karar verdim. Bu maya camiası soğuktan haz etmiyormuş...,





Ekimde başaracağım . Huzurlarınıza ekşi mayalı ekmek ile geleceğim ....

Paylaş