29 Haziran 2014 Pazar

Bebek Odası


   Geçen yıl tamda bu zamanlarda bebek odası hazırlığının tam zirvesindeydik. Zaman çok az kalmıştı (sanki) ve biz hala karı koca Derya Baykalcılık oynamaktaydık. Doğuma 4 haftadan az varken hala ikimizde yapılacaklar listesi yapmaktaydık. Ama hayatımın en keyifli hazırlıklarıydı.
  Tam 40 hafta boyunca cinsiyet öğrenmediğimiz için 40 hafta boyunca herkesin ilk sorduğu (meraktan çatladığı) soru 'Odasını nasıl hazırlıycaksınız ki ?' ydi...
   Kapitalist düzenin bize dayattığı diye başlarmışım , yok yok hiç girmiycem o kısıma ama ben sanırım en iyi örneklerden biriyim CİNSİYET ÖĞRENMEDENDE oda hazırlanabiliyor. Yada ultra pahalı , bebeğin uzun süre haberi bile olmayacağı olduğunda da iki günde ağzını burnunu yamultacağı şeylere dünya paralar dökmeden çok güzel odalar hazırlanabiliyor...
   İşte bu yazıyı bebek odası hazırlığında olanlara ilham kaynağı ve yardımcı olabilmek için yazıyorum.


Ahhh bu tavan , valla çocuğu erken doğurtturacaktı bana  'sen çekil ben yapıcam' 'naptın , bo..m gibi oldu çekil şurdan 'diye diye birbirimize tamamladık. Burada B..ku cümle içinde kullanan Mehmet'tir ayrıca. 
Ben tesadüf eseri keşfettiğim on to baby 'deki bebek odalarının çok büyük çoğunluğunda duvarda çiçekler böcekler görünce taktım kafaya illa resim çizicem duvara diye. Uzun bir süre ne yapsak polemiği sürdü. Kimse kimsenin fikrini beğenmedi. (Ben hala Küçük Prens fikrimin en iyisi olduğunu düşünüyorum ama kısmet işte). Omu bumu derken uzlaşmacı sevgilim çözüm getirdi. Bence tavana bulut yapalım duvarı bebeğimiz büyüdüğünde onun sevdiği şeye boyarız dedi .(Belki bebeğimiz benim gibi Küçük Prens değilde Pepee sevecek(miş).).
Kararı verdikten sonra soluğu nalburda aldık.Bulut mavi küçük boy iç cephe boyası seçtik, bir kutuda beyaz. Ve bir de en önemli malzeme doğal banyo süngerimizi aldık. 
Mehmet önce maviye boyadı tavanı. Sonra banyo süngeri ile bulut efektleri verdi. Ama ben ilk halini beğenemedim,bunun gölgeleri  olmalı dedim aradık taradık ne yapalım nasıl yapalım dedik ve sonra ben gidip bir kutu Cadence sıcak beyaz akrilik boya aldım. Birde hangi akla hizmet bilmiyorum ama koyu gri . Yağmur bulutu gibi oldu resmen hatta daha kötü .Mehmet düzeltmek isterken delirince ben yapmaya karar verdim . Yok anacım ya ne zor işmiş valla Michelangelo'ya hayranlığım kat kat arttı.Çok zor boynun devamlı yukarıda merdiven tepesinde tavana bulut yapmak ama Mehmet halletti sağ olsun ... 
Bulutlar ya ada mavi gökyüzü odayı o kadar aydınlık yaptı ki bütün eve yapsak mı diye düşündük...
Lambayı ben yapmıştım merak edenler için...




Odamızda hazır alınanlar sadece dolabımız ve yatağımız oldu. Daha en başından beri beyaz ya da kemik olsun istedim. Kibar, zarif... Hem öyle iki üç yıllık olmasın dedik hem de ben nasıl olsa o odayı doldururum ıvır zıvırla sade olsun boğmasın dedik. Öyle aylar öncesinden de gidip bakmadık doğuma iki hafta gibi bir süre varken aldık .Çanakkale'de bir mobilya mağazasından aldık. (Meltem mobilya nın ürünü). Çok severek aldık ve hala çok severek kullanıyorum, içi led ışıklı afilli mafilli yani ...  ( bu arada benim bu kadar kıyafetim yoktur, ama anne , anneanne ve babaanne dikince, devamlı birileri hediye getirince dolaplar dolup taşıyor).Büyüyen yataklar  bana hiç estetik gelmediği için böyle geniş bir beşik yatak tercih ettik. 5. ayımızdan beri kullanıyoruz yani gördüğüm kadarı ile Buse'de pek memnun...


   Kuzulu yastığı anneannemiz  yaptı, benim küçülen bir pijamamdı kendisi....


    Yatağımızın başucundaki Tilda'yı her zaman harika işler çıkaran tatlı Rabia'cım yaptı.


   Tabloyu ben yapmıştım....:)



 Kırmızıyı karı koca çok seviyoruz sanırım sırf bu yüzden evin her odasında illa bir kırmızı koyuyoruz. Bu ferrari kırmızısı şifonyeri de Mehmet tasarlayıp yaptı. Boyasında araba boyası kullandık(boyama işini sanayide usta yaptı tabii) .Kulpları çebi'den aldık.



Üst rafı de monte ve bu şekilde bölmeli . Haliyle çok kullanışlı oldu.


  Oyuncak kutumuzda daha önce kamyon zinciri taşınıyormuş. Çok bir şey yapmak istemedik. kulp olarak kullandığımız ipi yeniledik ve dört köşesine tekerlek taktık. Ayrıntı isteyen varsa burada


  Bu kısım en sevdiğim köşesi odanın. Kitapsız bir hayat düşünemiyorum.
 Bu kısım benim isteklerim doğrultusunda Mehmet tarafından tasarlandı ve tanıdığım en iyi insanlardan biri ,işini harika yapan bir ustanın elinde oluşturuldu. Tabii yine Mehmet büyük kısmında yardım etti. Kitaplığın olduğu yerde daha önce balkon kapısı be uzantısı cam vardı. Balkonu içeri alınca kapıyı söküp attık ve iyice çıplak kalan petek vs. yi bu şekilde kapattık...





 Dediğim gibi her yer dolu, bide bu odaya cici bicili barbili marbili bir dolap gelirse odaya girilmez yeminlen ...


   Koltuk, takımımındı... Alırken bu kadar büyük gelmemişti gözümüze geldiği günden beri hiç bir yerlere doğru dürüst sığamadı. Meğer burasıymış yeri...

     
                  Dünyaya , yeni evine geleli sadece 3 gün olmuştu bu ayak izini alırken ben...


 Pinterest'te görüp bayıldığım bu fikri hemen yapmıştım. Balkon camının kornişi burada inanılmaz işe yaradı...



 

     Bu İkea kesinlikle evimizin her şeyi ... iyi ki var ... Olmasa naparmışız bilemiyorum...

 Buse'nin odasına taze çiçek aranjmanları yapıp koymayı çok seviyorum....Mevsimin en tatlı çiçekleri sanki bu odada daha bir güzeller...


  Ayyy yine mehmet tasarımı bişiyler... Lamba anahtarı kendisi şöyle ki...



   Sandalyenin benim için yeri çok ayrı... Annem ve babamın evlendiklerinde evlerine aldıkları ilk mobilya ... O zaman böyle bolluk yok tabiiiii, çalışıp yavaş yavaş alıyorsun( annem olsa kesin bu cümleyi kurardı)...
   Bu puf en keyif alarak yenilediğim şeydi sanırım ...Puf...



 Ve işte bir kez daha iyi ki yapmışız dediğim masamız... Mehmet kesti , böldü, birleştirdi ve bende boyadım...Onun burada severek oturduğunu görmek... ayyy Buse  karnımdayken  onu boyadığım günü hatırladım... Zaman ne kadar çabuk geçiyor.
  İşte bu geçen zamanlarımız umarım hep bir şeyler üreterek ve mutlu olarak geçer, hepimiz için ....




Paylaş

26 Haziran 2014 Perşembe

Doğa















  Bu kadar güzel renklere , bu kadar güzel çiçeklere ayıp olmuyor mu ? Evini deli gibi temizleyen kadın , arabasına bir çöp attırmayan adam... Sence de bu DOĞA ! harikalarına ayıp etmiyor musun; içtiğin suyun  çirkin, estetikten uzak plastik şişesini ilk gördüğün ağaç dibine , yediğin şeyin boş paketini arabanın camından fıydırıp gül ağacının üzerine atarak...
   Çok mu zor çöp tenekesi bulamadığın yerde elinde , çantanda, arabanda beş dakika gezdirmek, çok mu zor acaba çocuğuna 'çöpünü' her gece gezdiğin kordona , yaşadığın mahallenin ortasına değilde çöp kutusuna atması gerektiğini öğretmek çok mu zor ????
  Bu kadar çok çöp , bu kadar çok atık ... Doğa elbette bir gün hepimizden intikamını alacak .....
Paylaş

24 Haziran 2014 Salı

Babamın Plakları




   

    Bütün çocukluğum babamın plakları ile oynayarak geçti. Harika şeyler biriktiren bir adamdır. Bazen evde ki eşyanın çokluğundan şikayet eden anneme ' ya bence de buna ne gerek vardı ' diye destek verirken kırsak da kalbini :) aslında çok minnettarım ona. Sanata bu kadar ilgi duymam hep onun sayesinde...
   Genç bir delikanlıyken , daha üniversite sıralarında bir yandan çalışıp bir yandan okurken kazandığı paralar ile devamlı plak almış. Yıllarca onlar çok kıymetliydi. Zaman geçince önemini yitirmedi ama küçük kızı büyüdü ve el koydu bu hazinesine.
   Nasıl alıp eve getirmem ki ? Çocukken inanılmaz güzel sesi olan bir pikap ile büyüdüm. Evde kimse yokken Esmeray'ı ya da Nilüfer'i takar dinlerdim son ses. Birde Cem Karaca ' ben bir ceviz ağacıyım ' .....
  Nilüfer en sevdiğimdi . Üniversite de eve çıkınca ilk yanıma alıp getirdiğim oydu. Hala çalışma odamda ve en görünür yerde . Çok üşenmessem pikapı açıp Nilüfer'i dinliyorum. Teknolojiyi çok seviyorum , ama şuan ki hiç bir ses sistemi ,ses kaydı o sesi, duyguyu  veremez. Hele çocukken yüzüne bakmadığım kıymetini yeni anladığım Müzeyyen Senar'lar ....
    Bu kış ablam ile Kırklareli'nde baba ocağında iken babama bıraktığım (çok üzülmesin diye )  bir kaç plakı karıştırırken kendimizi çok eğlenirken bulduk.'dur dur kolsuz giyeyim ' 'yok böyle iyi ' 'kolu nasıl duruyor ki ' derken zottirik Buse'de nasibini aldı . Kesinlikle en iyi performans onun. Ya da en iyi kapak onun muydu ?
Paylaş

21 Haziran 2014 Cumartesi

Cafe Fernando



BİR KİTAP ALDIM YANAĞINI DAYAR UYURSUN ....








     Her şey annemin sayfaları yağ lekesi, kurumuş çikolata olmuş, yer yer kopmuş, kapağı somon rengi ekose desenli olan resimsiz , kötü baskılı pasta  kitabı ile başladı. Küçücük bir çocuktum. Mahallede oyundan arkadaşlarımı toplayıp eve götürdüğümde ya da okuldan eve geldiğimde evimiz mis gibi kokardı. Kısırın taze soğan kokusu ve fırında pişen kekin bir biri ile dans eden notaları hala benim için dünyanın en güzel kokusu kesinlikle , çünkü içinde anne kokusu saklı.
  Göz kararcı annem takıldığı , unuttuğu ya da hiç bilmediği tarifte hemen kitabına koşardı. O zamanlar ki , pasta kitabı dediğin şey çok kıymetliydi. Gazetelerin ,2 paket  mayanın, bir kutu sana margarinin  verdiği dergileri, kitapçıkları saymıyorum.
   Büyümek demek benim için artık pasta , kek yapabilirim de demekti. Mutfak için henüz büyümediği düşünen annem evde yokken yaptığım tek şey bu tarif kitabını alıp tarifler denemekti. En az yarım saat azar işitmeyi göze alarak...
   İşte o resimsiz , basit basımlı ama ,içeriği dopdolu olan kitap benim (büyük ihtimalle ömrümün sonuna kadar) yemek , pasta kitaplarına özel bir ilgim olmasına sebep oldu. Bir kitapçıya girdiğimde mutlaka yemek kitaplarının olduğu kısıma yönelirim ve orada uzun süre kalırım. Kütüphanesi ya da kitaplığı olan her yerde hemen yemek kitabı arar gözlerim.
  Her ay düzenli yemek dergisi alırım ama şu bizim damak tadımıza aykırı , malzemelerini bulmanın neredeyse imkansız olduğu tarifler ile dolu olanları...

     Çünkü bu tarif kitapları, dergileri beni mutlu eder... Hemde çok ....

Ama bir kitaba aşık olacağımı hiç düşünmemiştim. Günlerce elimden bırakamayacağımı, açıp açıp tekrar okuyacağımı, sabah kalkar kalkmaz kahvaltının çayını demlerken sayfalarını karıştıracağımı düşünmemiştim.
  Bu kitaplarda uzman ya da eleştirmen değilim sadece hedef kitlesi içindeki sade bir vatandaşım. Ama o kadar çok tarif kitabı inceledim ki .bu kitap kesinlikle bambaşka...
Hatta kitap değil kesinlikle ansiklopedi.Muhteşem bir kaynak. Tarif kitabı seven her kesin kitaplığında kesinlikle ama kesinlikle olması gereken bir kitap , bir çoğumuzun bayıla bayıla takip ettiği cafefernando 'nun kitabı.

   Tarifler o kadar sıcak , o kadar içten yazılmış ki tekrar tekrar dönüp okuyorsun. Bir sayfada o kadar uzun kalıyorsun ki o tarifin seni senden alan fotoğrafından ayrılamıyorsun.
  2 yumurtayı şekerle çırpın gibi değil tarifler sanki sevgili Cenk Sönmezsoy benim arkadaşım da mutfakta sohbet ederek onun en iyi tarifini yapıyoruz . Her tarife giriş içten ve samimi bir anı ya da gerekçe ile başlıyor. Nasıl yapılıyormuş ki anlamadım diyemiyorsunuz çünkü çok akıcı ve anlaşılır anlatıyor her şeyi. Ölçüler, malzemeler , yapım aşaması her şey çok çok iyi anlatılmış.
     Çok kısa süredir kitap benimle ama bir türlü ayrılamıyorum kendisinden. İlk hangi tarifi deneyeceğime bir türlü  karar veremiyorum.Mevsim meyveleri ile olsa ilk tarif, çikolatalımı derken yine mutfakta geçirilecek zamanı kitabın başında geçiriyorum. Bilmiyorum ne olacak sonumuz böyle.
  Ve ben tekrardan bu kitabın yazarı Cenk Sönmezsoy'un ( namı diğer cafefernando) önünde eğiliyorum. Ve tebrik ediyorum .( Annenizin içi artık rahat etmeli , mükemmel bir yemek kitabı yazarı oğlu var ;) )
 

 NOT; 
Kitap bu haziran ayında çıktı. D&R'ların hepsinde var. Benim öyle bir imkanım olmadığı için ( ki olmasını çok isterdim )D&R'ın  internet sitesinden  sipariş verdim.2 gün içinde hiç bir sorun olmadan elime ulaştı kitabım. En mutlu edici tarafı da 1. baskı olması :)
Kitabın ayrıntıları için Cafe Fernando kitap ....
Paylaş

19 Haziran 2014 Perşembe

Ahh Marilyn ve Chanel No5

   Hamileyken çevremdeki herkesten (en çok da annelerden) en çok duyduğum cümle ' Ayy bunlar iyi zamanların , bi doğsun hiç bir şey yapamassın , saçını bile tarayamassın' dı, bazen sadece gülümseyerek ve bazende 'bi gelsin de sağ sağlim bakalım ' diyerek cevap verdim. Bir yandan da düşündüm  , karnımda taşıdığım yolda bile gördüğümüzde içimizi kıpır kıpır yapan şeker eğlenceli bir canlı değilde kesinlikle bir canavar, Alien , kesin ...
 Hiç bir zaman çok ciddiye almadım bu söylenenleri çünkü bu kadar nalet , bu kadar hayattan seni soğutacak, saçını bile taratmayacak bir şeyse bu neden çok isteyerek ikinci çocuğu da yapıyorsun. Tamam kabul ediyorum çok sorumluluk gerektiren , çok yoran , çok meşakkatli bir durum bir bebek büyütmek, bir çocuk büyütmek. Ama zevkli tarafları o kadar çok ki. Ben hamileyken bu pozitif tarafları o kadar az duydum ki hiç duymadım da diyebilirim yani o derece...Bu kadar negatif düşünce ve söylenti havalarda uçuşurken arada 'yoksa gerçek olabilir mi ki ' diye kendime sorduğum oldu. En çokta kitap okumaya vaktim olur mu dedim kendi kendime . Arada gerçek olma ihtimalini düşünerek çok büyük bir korkuya kapıldığım bile oldu. Çünkü ben kitap okumadan yaşayamam. Aylarca sürünse bile illa bir kitap okumalıyım , çantamda , yatağımın başucunda illa olmalı. Eee durum böyleyken tabii ki de en korktuğum şeylerden biri buydu.
  Ama hiç korktuğum gibi olmadı (anlatılan , söylenen hiç bir şey olmadı) . Kitap okumaya ara vermek şöyle dursun Buse doğduktan sonra çok daha fazla okur oldum. Emzirirken, o uyurken, gece uykudan önce devamlı okudum. Ve Buse yaramaz ve hırçın olmayan ama son derece hareketli ve anneyle oyun oynama bağımlısı bir çocuk. Devamlı dibimde olacak ... Zaten elimde kitap görmeye o kadar alıştı ki eline kendi kitaplarını verdiğim zaman sayfalarını çeviriyor ve her resimde biraz daha mutlu oluyor.
  Bu kadar uzun bir giriş yapmamın en büyük sebebi ' okumaya vakit bulamıyorum ' a cevap vermek. Okumak istiyorsan kesinlikle buluyorsun. Bazen günde sadece bir sayfa bile yetiyor. ' Okumayı sevmiyorum ' ya da 'okumak istemiyorum'u en güzel kamufle şekli 'hiç vaktim yok' ... Eğer istiyorsan o vakit her zaman vardır.Facebookta bütün gün candy crash patlatıp vakti olmayanları çok iyi anlıyorum. Ama onun dışında okumak için her zaman tatlı bir beş dakika vardır....Dönemsel olarak isteksiz olanlara canı gönülden katılıyorum. Çünkü çok ağır ve sıkıcı bir kitabı bitirdikten sonra bir süre bende elime kitap almıyorum, alamıyorum...

   Ve ben sanırım en çok biyografi okumayı seviyorum. En son okuduğum otobiyografi Turhan Feyizoğlu'nun kaleme aldığı ' ahh Marilyn' di. Benim için büyük hayal kırıklığı ve zaman kaybıydı bu kitap malesef. Sevemedim, öyle bir çırpıda keyif alarak bitiremedim. Otobiyografi olarak, hele de Marliyn  otobiyografisi olarak kesinlikle çok yetersizdi. Googledan arattırıp her siteden ufak bir parça alıp okumuş gibiydim. daha çok mahalle gününde herkesin Marliyn hakkında bildiği bir dedikoduyu anlatması gibiydi. Ama ne olursa olsun verdiği emek için yazarına teşekkür ederim yine de okumuş olmak güzeldi...



      Her okuduğun kitapta aklında kalan bir şeyler oluyor mutlaka . Ya da aslında daha önce duyduğun ama çoktan unuttuğun bir şeyler... Bu kitapta da hatırlamaktan en çok keyif aldığım kısım Marliyn 'in Chanel No:5 için sarf ettiği efsanevi cümlelerdi...

    Marilyn Monroe için art deco şişeli Chanel No5 tam anlamıyla bir tutkuydu. İşte bu yüzden kendisine 'Geceleri yatakta ne giyiyorsunuz ? gecelik mi yoksa pijama mı ? ' diye soran edepsiz gazeteciye çırılçıplak yattığını söylemiş üstelediğinde de ' Geceleri üstümde hiç bir şey olmaz ; bir kaç damla Chanel No5'ten başka.Bu gerçeğin ta kendisidir' demiş.



Dünyanın en güzel kadınlarından biri olan ve benimde çok hayran olduğum Marilyn'e bu kokunun kimseye yakışmadığı kadar çok yakıştığını hayal ediyorum. Ve bazı kokular kesinlikle bir çoğumuz için mutlaka birileri ile özleşmiştir  , hani annenin yıllardır kullandığı kokuyu bir yerde duyduğun zaman hissettiğin gibi işte bende Chanel No5 i ne zaman duysam aklıma Marilyn Monroe'nun bu iddialı cümleleri geliyor...





 Haaa bu arada olurda kitabı okumak isteyen olursa seve seve hediye edebilirim...
Paylaş

14 Haziran 2014 Cumartesi

Karadut Reçeli



  Öyle ailece çok reçel bağımlısı değiliz. Minik , tatlı, sempatik reçel kaseleri çoğu kez kahvaltı sofrasında hiç ellenmeden , tadılmadan , boynu bükük,  olduğu gibi geri gider...
  Ama ben kesinlikle reçel yapma bağımlısıyım. İlla bir şeylerin reçelini yapmalıyım. 'ayyy hiç olmadı kekin içine koyarım yahu' düşüncesi bünyeme kalıcı bir şekilde yerleştiği için gelinciğin ve hatta nanenin bile reçelini yaptım . (harika oluyor , hele keklerin ve dondurmanın üzerine koyduğun zaman muhteşem bir birleşim oluyor bence).
 Karadut her yıl olmalı zaten. Hele evde ki nüfuz sayısına yeni eklenmiş bir karadut aşığı varken aramızda mutlaka yapmalıydım.



Bu sahneden hemen öncesi yine şahaneydi. Onu sessiz sessiz karadutlara ulaşmaya çalışırken yakalayınca hemen makineyi elime aldım . ( gerçekten zavallı özel hayatına sürekli bu şekilde saldırdığım için bıkmış durumda ama bir kız olarak 'poz vermenin ' cazibesine o da karşı koyamıyor) 


Ahhh ama nedense reçel konusunda eski performansımı bir türlü sergileyemiyorum. Bu aralar hep bir içime sinmeme durumu söz konusu reçel yapımımda. Bunda lanet olası 'göz kararı' inadımın etkisi de büyük olsa da sanırım Buse'nin izin verdiği kadar yaptığım zaman doldurucu, ruh doyurucu işlerimin de etkisi var. Bunların en yenisi kanaviçe; ' vayy arkadaş insanlar neler  yapmış ' diye bakıp imrendiğim , o bir sürü çarpının bir araya gelmesi ile oluşan harika desenler var ya... işte onlara çok çok fazla şekilde kendimi kaptırmış durumdayım...
Hevesim geçene kadar ne yapsam kardır mantalitesi ile 'bunu sevdim 'dediğim her desene atlıyorum. Eksikli, gedikli bir şeyler tamamlayınca da daha bir havaya giriyorum.



   Mesela milyonlarca hatası olan bu tatlı matruşka...( Bu işin ustası hatta aynı motifi yapıp da ' bu ne yeaaa' diyenler, lütfen , daha çok yeniyim...)İşlerken kendimi öyle unutmuşum ki reçelimin suyu azıcık kalmıştı.Yani reçelden çok , ya ne bileyim işte böyle sanki dutu kaynatmışsın da falan da filanda işte o denli kötü olmuşken ikinci denemem başarılı oldu.
  Mükemmel yemek blogları varken benim şimdi vereceğim karadut reçel tarifi sadece paylaşım aşkı. Tavsiyem bu işi çok iyi yapan arkadaşlarımdan bilgi almanız ama 'ben  amatör ruhu severim' derseniz tarifim sizin :) Lakin paylaşmadan duramiyciğim...


Karadut Reçeli (gibi bişiy)

1 kilo karadut
1 bardak şeker (daha tatlı isterseniz miktarı arttırabilirsiniz)
1 bardak su
1-2 parça limon tuzu
1 çay kaşığı tereyağı ( bu püf noktası)
 Tahta kaşık ( ayy bunu da yazmış yeaa deme bu reçel yapımının olmaz ise olmazı )

Karadutları güzelce temizledikten sonra bir tencereye alıp şekerin yarısını üzerine döktüm ve bir gece beklettim sabah geri kalanı da döküp 3- 4 saat kadar güneşte beklettim ( bu da püf noktası , güneşte pişen reçel daha berrak olurmuş- yeşilyurtlu bir reçel ustasından öğrendim ) . Sonra suyu ilave edip kısık ateşte kaynatmaya başladım. Biraz kaynayınca limon tuzunu ekledim . En son tereyağı ekledim. Yine aynı ustanın verdiği bilgiydi; reçel pişerken köpürmüyor ve çok daha uzun ömürlü oluyor dedi.
  Biraz daha kaynadıktan sonra ocaktan alıp ılınınca kavanozlara koydum .

 Bu kadar.. Yapanlara afiyet olsun
Paylaş