31 Mart 2015 Salı

Dikiş Partisi

 

  Bir 'bahar masası ' hayal ediyordum . Ama bahar gelmekte inat ettiği için gelmeyen bahara gönderme yaparak bir 'dikiş' masası tasarladım .
 Dikiş masası ,çünkü konseptimiz 'dikiş partisi'ydi. Dikiş partisiydi , çünkü dikiş parti davetlileri ile  tanışma sebebimdi.
  Blogum  sayesinde tanıştığım 3 yetenekli insandı misafirim .
 Soğuk bir günde kalabalık bir cafede buluşmuştuk ilk defa . Hızla geçen zamanın farkına varmadan , ilk defa görüşüyoruz gibi değilde yıllardır bir aradaymışız gibi geçmişti o ilk 'blogger buluşmamız' .
 En yakın zamanda tekrarlıyoruz diye ayrıldık , bir araya gelmeden önce korkarak buluşmamıza rağmen .
   Ve o ilk buluşmadan sonra sık sık bir araya geldik. Her defasında daha samimi , daha sıcak , daha uzun sürdü 4 kişilik toplantılarımız.



    Ve biz her bir araya gelişimizden sonra ayrılırken ' Yine sadece muhabbetle geçti , bir sonra ki toplanmamızda bir şeyler yapalım 'diyerek ayrıldık .
  Mis gibi kekin yanında sıcacık çaya dalıp uzun muhabbetler yaparken , sürekli laf lafı açarken başta konuştuğumuz projeler kısıtlı zamanın ve dedikodunun tatlı çekiminin kurbanı olup yine ' bir sonraki buluşmaya ' erteleniyordu.
  

   Bu buluşma öyle olmamalıydı. Kızlara 'dikiş partisi'ne hazır mısınız dedim . Direk hobi odasındayız ona göre diye uyardım  ....
   Ve çok büyük bir keyifle 'dikiş partimiz'e hazırlandım .
Masaları minik hobi odamın ortasına almakla başladım . Hobi odamı yenilerken yaptığım kara tahta masası çay içilen masamız ; beyaz, aldığım ilk günden beri  her an ortadan kırılmasını beklediğim İkea masa ise dikiş masası oldu.
   Balık masasından esilenerek hepimizin isimlerini masaya yazdım ....





Bu kara tahta ve renkli tebeşirler ile oynamak o kadar keyifli ki . Bıkmadan onlarca masa hazırlayabilirim bu şekilde .


  Gelmek ve gelmemek arasında ikileme düşen bahara cesaret vermek için en sevdiğim bahar çiçekleriyle süsledim masamızı...



 Bahçemizdeki o güzel kayısı ağacından özür diliyorum , minik bir dalını kopardığım için.



  Bütün ayrıntılarda çiçek olsun istedim . Baharın renk renk çiçekler ile artık  gelmesini istediğim gibi ....




    Fotoğraf çekmeyi en sona bırakıp hazırlığın büyük kısmını sevgili mutfağımda geçirince hatta bunun bir sürelik kısmına kızları da dahil edince fotoğraflar çok eksik kaldı.Mesela sadece Gülçin ve ben varmış gibi ama Cansu ve Türkan'da vardı ...Gerçekten oradaydılar ve masada onlar için hazırlanmış yerler vardı. Derya Naz ve Buse için de yer vardı ...
 Masadaki 'Sevdalı Bulut' Türkan'ın moda ve resim sevdalısı güzel kızı içindi. Nazım Hikmet'in yazdığı ( benim için) en güzel çocuk kitaplarından biridir... ve kitap en güzel hediyedir...



   Dikiş için ayırdığım masada fotoğraflları ile aramızda yok mesela . Zaten eğer olsaydı kızları gerçekten açlıkla terbiye etmiş olacaktım...


  Elimde ki tek fotoğrafı dikiş bölümünün ......



  



  
   Sanırım bu defa hobi odasında olmamız işe yaradı .Tabaklar dolup dolup boşaldıktan sonra kumaşlar ile oyun başladı ....Ve aramızda bir elbise , bir bluz ile en karlı çıkan Cansu oldu ...




     Ve Gülçin'i momijiler ile yakından tanıştırdım , o da artık zehirlendi:)
Sadece kağıt ağırlığı olarak kullanacaktı , ama sonra ışığın en iyi olduğu yeri aramaya başladı , bu minnakları fotoğraflamak için :)


   Ve son olarak sizi seviyorum kızlar .  İyi ki blog yazıyoruz ve iyi ki yollarımız kesişmiş. Sizin için hazırlayacağım nice güzel masalar , birlikte içilecek çokça fincan çayımız olsun . Haa bir de dikilecek kumaşlarımız ....
Paylaş

26 Mart 2015 Perşembe

Kitap Okumak

   

     Kağıdın , dokusunun , kokusunun olmadığı, iyi kitapların yazılmadığı, seni içine çeken satırların olmadığı bir dünya hayal dahi edemiyorum . İnternet çağında her bilgiye , her kitaba , her yazıya saniyesinde ulaşmamıza rağmen ben o kağıda dokunmadan yapamayanlardanım.
  Okuma becerisini kazandığın o müthiş günlerden beri okuyorum . Hep okudum .
     Hiç bir zaman çalışkan bir öğrenci olmadım , ödevlerini zamanında yapanda , ama hep kitap okuyan oldum .
 Okumayı bu kadar sevmemde ki en büyük etken annem . 4 - 5 yaşlarındayken bana 'çalışkan karınca ' kitabını almıştı. Gözleri oynayan ve harika renklendirilmiş resimleri olan kitabı tek kelime okuma bilmememe rağmen yanımda her yere taşıdım ,  halen benimle kitabım ...
Hayatımın her döneminde okumam için teşvik etti , bana bir süre zorla   J. Larousse okutmuşluğu bile var.
  Ama en çok onu hep okurken gördüğüm için sevdim okumayı ,sorduğum her soruya kibarcık kibarcık cevap verdiği için, bu kadar çok şeyi sadece kitaplardan öğrenebileceğini düşündüğüm içinde kitapları sevdim .
  Dönem dönem çok hızlı gitse de bazen sekteye uğruyor okuma hızı ne yazık ki :( Bu zamanım yok , Buse var , o var bu var diye değil (kitap okumamanın hiç bahanesi yok çünkü) sadece bazı kitaplarda çok fazla oyalandığımdan . Okumaya başladığım kitabı çok çok sıkıcı olsa da bırakamama gibi lanet bir huyum var . Sıkıntıdan patlıyorum . Olay örgüsünü kaçırıyorum , kim kimdir toparlayamıyorum  en kötüsü de günde bu nedenlerden ötürü sadece 2- 3 syfa okuyorum ama yine de bırakamıyorum . İlla bitecek , hayır yani tamamen koptuğun bir kitabı bitirsen ne olacaksa ...
 
 
 Mesela Ali Smith 'in Gibi kitabı... Allah'ım o ne ızdıraptı. D&R'ın 5 tl günlerinde önce kapak tasarımına sonra kısacık konusuna vurularak aldım . Ama ne kapak gibi naif bir kitap  ne de ufacık tanıtıcı yazısında yazıldığı gibi. Bana anlatılan konu, Amy öğretim görevlisi ve okuma yetisini kaybediyor ( hayal ile edemiyorum bu durumu  ) sonra hatı tamamen değişiyor ve 7 yaşında ki kızı Kate  ile zor bir hayat sürerek bu çıkmazdan çıkmaya çalışıyor. Konu bence muhteşem , farklı . Ama kitap öyle değil . İlk 10 sayfa iyi gitti , sonra Amy kim ,Kate'in babası nerede ,  Amy şimdi napıyor , o çalıştığı yer neresiydi ,  ... ya bunlar ne zaman o şehire gitti tekrar , dur şimdi bu kadın kim  derken bütün kitaptan koptum . O kadar kopuk ki her şey , bir anda bambaşka bir olaya atlıyor yazar ya da başka biri çıkıyor ortaya ve kitabın kahramanı o olmaya başlıyor. Son sayfayı okuduktan sonra kitabı parçalamak istedim . O kadar yani . Ama mezun olduğum üniversiteye bağışlamak daha mantıklı geldi . Aynı ızdırabı başkası da yaşasın :D ( çok sevdiğim yazarlar ve çok benimsediğim kitaplar dışında okuduktan sonra kitaplarımı üniversite kütüphanesine bağışlıyorum )
  Yani çok sıkıcı , çok çok sıkıcı bir kitap okumak isterseniz 'Gibi' tam aradığınız kitap tavsiye ederim...



   Tabii her kitap sıkıcı değil. Çok eğlenceli kitaplarda var . Dünyanın en yetenekli domuzu Toby'in anıları gibi. Evet kendisi geçekten okuma ,yazma öğreniyor, üniversite tahsili görüyor , bu yeteneği sayesinde bir ziyafet sofrasında masayı şenlendiren yemek olmaktan kurtuluyor ve çok büyük bir şöhret elde ediyor, para kazanıyor ( gerçi onun tek serveti üzerinde ki yeleği ama olsun ) .
 Çok sevimli , içten bir anlatımı vardı kitabın . Sanırım en çok üniversite eğitimini aldığı yıllarında ki anılarına güldüm :) Sınav stresi , geç saatlere kadar ders çalışması ...
  Tabi kitapta çok fazla inceden inceye dokundurmalar var. Çok genelinde gülümseyerek okudum .



   Ve bir de aslında sevdiğim ama içini , ruhunu sıkan kitaplar var . 'Suç' bunlara en iyi örnek. Bir ceza avukatının inanılmaz anıları .


  Kitabın hem bitmemesini  istedim hem de bir an önce bitsin ve göremeyeceğim bir yere kaldırayım dedim . Dünyanın her yerinde inanılması güç hayatların yaşandığı , kötülüğün her yerde olduğu gerçeğinin yüzüne tokat gibi çarpığı bir kitaptı.
  Yazar Alman bir ceza avukatı ve anlattığı kısa kısa hikayelerin hepsi gerçek davalarından derleniş . ( hatta kitabı sonra araştırırken okuduğum bir bilgiye göre anlatılanlar çok çok yumuşatılmış ) . Her hikayede çok kötü oldum , üzüldüm ,kızdım hatta küfür ettim ama ikizlerin davası yüreğime dokundu , ben olsam ne yapardım derdim hep ,ruhum kalbim sıkışarak okudum . Tüm kitapta da aynı şeyleri hissettim .
   Ama yazar çok başarılı bir dil kullanmış. Akıcı, heyecanlı bir anlatım var . Evet ruhumu sıksa da kitabı sevdim .



   Bu 3 kitabın bitmesinin üzerinden uzun zaman geçti . Ama bakınca beni kesinlikle en çok 'Suç ' etkiledi.


   Kitapların konusu ya da yazarları hakında uzun uzun bilgi vermedim . Çünkü bu işi çok iyi yapan bir çok kitap blogu var . Benim ki sadece öneri . Yani en sevdiğim arkadaşım 'bu kitabı okusam mı ? ' diye sorduğunda gayet samimi vereceğim cevapları yazdım .
  

 Ve bir de bence kitap okumak kadar güzel bir diğer şey kitabı fotoğraflamak. ...
Paylaş

23 Mart 2015 Pazartesi

Balık Masası

      
 Dostlar ile bir arada olmak , keyifli bir akşam yemeği yerken gülüp anlatmak, 'iyi ki bir araya gelmişiz' diyebilmek hayatta ki en büyük şanslardan biri.
   Hele hele böyle zamansız ,bol  koşturmalı, telaşlı  bir yaşamda bir araya gelebilmek , ağır ağır masa başı sohbeti yapabilmek paha biçilemez.
  Ben sevdiğim insanlar ile bir arada olmayı çok seviyorum , 'aile dostumuz' kavramını yavaş yavaş yitirmeye başladığımız , işten eve yorgun dönüp , anca yemek yiyip televizyon karşısında hiç konuşmadan geçirilen zamanlara inat , bir arada olmayı seviyorum .
Böyle arkadaş , dost toplanmaları için zaman harcamayı , kafa yormayı , mutfakta saatler harcamayı çok seviyorum . Evimde , masamda ağırlamayı...
  Sadece ne yeneceğine karar vermek değil o yemekleri nasıl sunacağımı düşünmekte bana olağanüstü keyif veriyor.
 Evet , çünkü  sunum önemli...



Bir arada olmaktan çok keyif aldığımız dostlarımızlaydık bu hafta sonu. Perşembe gününden , hafta sonu bizde keyifli  bir yemek için bir arada olmaya karar verince hemen en sevdiğim yemek kitaplarımdan birini elime aldım ve uzun bir liste yaptım. Konsept (artık konseptsiz hiç bir şey olmuyor anacım ) belliydi Balık-Rakı-Ege ... Çanakkale'de olmanın , cuma günü semt pazarının olmasının avantajlarını sonuna kadar kullandım . Gördüğüm her otu aldım. Sanırım hepimiz şanslıyız ki kıştan yeni yeni çıkmaya başlamamıza rağmen çok lezzetli olar ile doluydu pazarın dört yanı...
   Menüm ve otlar  tamamdı da  masa nasıl olmalıydı...
 Aklıma Buse'nin ilk doğum günü için pinteresette sunum fikirleri ararken gördüğüm bir servis masası geldi. Craft kağıdı serili bir  masa, üzerinde çeşit çeşit tatlı. Her bir tatlı tabağının adı craft kağıdında yazılı ... O fikre bayılmıştım .
 Balık sofrası için harika fikir dedim .


   Masa örtüsü yerine craft kağıdı. Üzerinde herkesin adı , menü yazılı olur , şurada bir balık olur, oraya bir kayık çiziktiririm, craft kağıdı metre ile satılır mı ki acaba , bizim masaya göre olanını bulabilir miyim ki derken 'en' olarak gayet yeterli ama boy olarak biraz noksan bir craft kağıdı buldum bir kırtasiyede  ve 2 adet aldım, birleştirdim ...
  

     Sonra konuklarımın adını yazmaya başladım . Beyler masanın bir ucunda , hanımlar bir ucunda ...



  Öyle çok sanatsal çalışmadım , gayet gelişi güzel servis karesi çizdim ve isimleri yazdım . Etraftaki boşluklara ise balık sofrası olduğu için balıklar , kayık, deniz feneri çizdim .tabiki son derece sanatsal
  Çeşit çok olunca bir de menü olmalı dedim ve onu da ekledim ...

     Muhabbete dalınca benim notlar verilmedi ama tabaklardan her şey belliydi .




  O kadar uğraşıcam ama tabakları koyunca isimler görünmiycek dedim . Yani herkes yerini bilsin dedim . Sonra kağıttan kayık yapma fikri aklıma geldi. İsimleri kayıkların bir köşesine yazar tabakların üzerine koyarım dedim . Dedim ama kağıttan gemi yapmayı hatırlayamıyorum. Yaptıklarım kayıktan çok karpuz kabuğuna benzeyince , elinden hiç bir şey kurtulmayan ve evin en iyi bilen atarlı delikanlısı Mehmet'ten yardım istedim .
Meğer o bu konuda da  ustaymış. Bir ara o kadar  kaptırmış şekilde çalışıyordu ki kesin ortaya Titanik çıkacak dedim .
 Ama tabiki de 6 kişilik ekibe 4 kayığın yettiğini düşünerek 4 te bıraktı. 'eee bize de yap ' diyemedim , ben craft kağıdı masa örtüsü ile uğraşırken  ' illa antin kuntin iş yapıcan , ser mis gibi  masa örtüsünü işte ne var ' diye söylenince bizim içinde yap diyemedim ... Ama Buse için minik bir kayık yapıp (kendi isteği ile ) gözlerimin dolmasına neden oldu...


  Yer gösterici kayıklarımızda tamamlanınca masayı biraz hareketlendirmek istedim ( artık daha ne kadar hareketlenecekse) saz ekibi olmadan Ege mezeleri masası olmaz dedim ve hemen ekibi yerleştirdim.


     Kendileri son derece sevimliler ve tamamen el yapımılar .... Ve bence masanın yıldızıydılar ...


          Garibim Buse daha  gecenin başında uyuya kaldı. (ve biz halen çok şaşkınız bütün gece uyuduğu için )


                                         Baş köşe  rezerveydi ....


    Yavaş yavaş masa dolmaya başlamıştı. En sevindiğim , taze deniz börülcesinin çıkmış olmasıydı....


 İşte hiç büyük konuşmıycan bu hayatta , şu yan ,bulanık , baş aşağı fotoğrafları neden koyarlar diye bıt bıt konuşurken aynı şeyi ben yaptım . Ama defalarca yüklememe rağmen düz olan fotoğraf her defasında yan döndü.
Kitabın hakkını yiyemezdim .
 Yazının başlarında söylediğim gibi en sevdiğim yemek kitaplarımdan (gerçi hepsini çok seviyorum) . Çok fazla fikir aldım , ilham aldım ve birebir tarif uyguladım .
  Balık ve meze severler özellikle İstanbul'da yaşayanlar Cibalikapı balıkçısını mutlaka biliyorlardır. Bana bir türlü gitmek kısmet olmadı ama mutlaka bir gün gidicem .
 Kitabı bir gün uzun uzun yazıcam ama yemek kitabı ve balık-meze sevenlere şiddetle tavsiye ederim.



   Son zamanlarda (ablamla olan sabah kahvaltılarını saymazsak ) en keyif aldığım sofraydı.
Keyifli ve samimi sohbet , muazzam ege otları , Didem'in muhteşem acılı ezmesi(didoş evet sen İzmir'li değilsin kesin Adana'lısın ) , patlıcan salatası,  Bengi'nin yoğurtlusu ve beylerin bizi kahkahalara  boğan anıları....
  En kısa zamanda Osmanlı mutfağı yapmalıyız... Sunum masası nasıl olsa ki acaba ?????


Paylaş